Es-Es e 1. Lig de Başarılar

 
 
 
Küllerinden Doğan Osmanlı Mirası

Odunpazarı Evleri

Odunpazarı, Eskişehir’de Türklerin ilk yerleştiği mekanlardan. Bölgenin 1074’ten itibaren Türklerin eline geçtiği ve bu tarihlerde buraya yerleşmeye başladığı biliniyor. Odunpazarı, tipik Türk mimarisinin özgün örneklerini içinde barındırıyor.

Anadolu2nun kimliğine, kültürüne ve tarihine dair en kıymetli örnekleri bünyesinde toplayan Odunpazarı’nı görmek için düşüyoruz yola. Senelerce çürümeye mahkum bırakılmış tarihi mirasın restore edilerek tekrar kazandırılmasının verdiği heyecanla ayrılıyoruz gardan. İlkbaharın tatlı serinliği yüzümüzü okşarken, sarp dağları ve nehirleri yararak Osmanlı Devleti’nin filizlendiği topraklara savrulan bir tren ulaştırıyor bizi Eskişehir’e. yolcuları indirir indirmez harekete geçen tren, sevdiğine kavuşma hasretiyle yanıp tutuşan bir sevgili edasıyla arkasına bakmaksızın devam ediyor yoluna. Biz de Hititlerden Bizans’a Selçuklulardan Osmanlı’ya kadar birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış Anadolu şehrinin havasını içimize çekerek başlıyoruz yolculuğumuza.

İstanbul’un yoğun ve yorucu trafiğinden bunaldığımızdan ilk olarak yollar çekiyor dikkatimizi. Araçların egzoz dumanları ve korna seslerinin arasında boğulmadan varıyoruz Odunpazarı’na. Burası, 1071 Malazgirt Savaşı’yla Türklere kapılarını açan Anadolu’nun kültür birikimini potasında eritmiş bir yerleşim yeri. Yerleşim serüveni ise ciğer söylentisine dayanıyor. Kente ilk gelenler, Şarhöyük, Porsuk kenarı ve Odunpazarı’nın olduğu yere ciğer asıyor. Odunpazarı’na konan ciğerin bozulmadan kalması üzerine en temiz havanın burada olduğuna kanaat getirilerek yerleşmeye karar veriliyor. 13. yüzyılda başlayan bu yerleşim, günümüze kadar devam ederek bölge 325 bin kişinin yaşam yeri haline geliyor.

İsmini köylülerin kent civarındaki ormanlardan kestiği odunların burada satılmasından alan bölgeye Osmanlı’nın son döneminde ise zengin aileler tarafından Odunpazarı Evleri yaptırılıyor. Ancak, ihmal ve bakımsızlık yüzünden 8 mahalleyi içine alan Odunpazarı Evleri yavaş yavaş yok olmaya başlıyor. Tarihi dokunun yok olmasını durdurmak, bölgeyi kültür mirasına yeniden kazandırmak için belediye 3 yıl önce harekete geçiyor. Turizm ve Kültür Bakanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Tarihi Kentler Birliği ve İl Özel İdaresi’nin desteği sağlanarak “Odunpazarı Evleri Yaşatma Projesi” başlatılıyor. 3 aşamalı olarak yürütülen yenileme çalışması ayakta kalan 500’ü aşkın tarihi evi kapsıyor. Şu ana kadar evlerin yüzde 20’si restore edilerek eski ihtişamına kavuşturulmuş durumda.

Projenin ilk ayağının tamamlandığı yere vardığımızda bizi önce başak sarısı rengiyle Cumhuriyet Müzesi karşılıyor. Müzenin önünden tam geçmek üzereyken ara sokaklardan biri çekiyor dikkatimizi. Kimi iki kimi üç katlı ahşap evler eşliğinde başlıyoruz yürümeye. Atatürk Bulvarı’ndan küçük bir girintiyle kendine yer bulan bu yol Beyler Sokağı ile buluşuyor. Burası sağlıklaştırma çalışmasının ilk başlatıldığı yer. Sokağın başına vardığımızda karşılaştığımız asırlık evler unutturuyor yorgunluğumuz. Birbirine sırtlarını güvenle yaslamış, her köşesi ahşap işlemeciliğinin zengin örnekleriyle bezeli, Osmanlı mimarisinin huzur ve güvenini telkin eden cumbalı evlerin ahşap süslemelerinin ihtişamına bakarak ilerliyoruz yolumuza. Arif Nihat Asya’nın Bayrak şiirini yazdığı evin önünden geçerken bir eskici geçiyor yanımızdan. El arabasının üzerinde bir gramofon taşıyor. Parke taşlara vuran lastik tıkırtısı eşliğinde geçip gidiyor.

Eskici, top oynayan çocukların arasından da aldırmadan ilerlerken yalnızlığımızı unutturan güler bir yüzle sesleniyor bize. Bu ses, Hafız Ahmet Efendi Konağı sahibi Gülşen Cengiz’e ait. Aradığımız çift kanatlı kapıdan evin bahçesine giriyoruz. Gülşen Hanım konağa ismini veren zatın 7. kuşaktan torunu. Belediyenin el uzatmasıyla yıkılmadan onarılarak yeniden hayata tutunan konakta ziyaretçilere yöresel yemekleri damak zevklerine sunan Gülşen Hanım, hem kendi geçimini sağlıyor hem de yanında iki kişiyi çalıştırıyor. Bu durum sağlıklaştırma çalışmasının ev restorasyonunu aşarak ekonomik canlandırmaya sağladığı katkıyı da gözler önüne seriyor. Biz ise bu düşüncelerle ikram edilen bir bardak çayı yudumlayarak atıyoruz yorgunluğumuzu.

Gördüğümüz sıcak ilgi ve içten muhabbet karşısında istemeyerek olsa da ayrılarak yeniden düşüyoruz yola. 250 yılı devirmiş 3 katlı konaktan çıkarken kendisi gibi yaşlı bir evin irice penceresinden gelip geçenleri izleyen bir teyzeyle karşılaşıyoruz.  Kapı önündeki sohbetlerine katıldığımız teyzelerin elini öpüp hayır dualarını alıyoruz. Sonra karşımıza çıkan bir başka dar sokaktan devam ediyoruz gezimize. Sokağın ortasına vardığımızda Tüfekçizade Konağı aralıyor kapılarını nazlanmadan bize. Alt katı depo, kömürlük ve mutfaktan oluşan tarihi bina, üst katında ise yeme, yatma ve konuk ağırlama odalarını barındırıyor. Gülşen Hanım gibi konağın sahibi Erdinç Örmezer’in de yüzünden tebessüm eksik olmuyor. İkram edilen göceli tarhana çorbasına bazlamayı banıyoruz. Ayrılacağımız sırada ise konağın sahibi Erdinç Bey, bize bahçedeki kuyuyu gösteriyor. Odunpazarı’na girerken gözlerden kaybolan Porsuk çayı’nın şırıltısı duyuluyor 200 senelik kuyudan. Tavanlarından kapı kollarına kadar her karesinde bin bir zahmetle işlenen süslemeleri barındıran konağı geride bırakıyoruz ağır adımlarla.

Ardı sıra yükselen ihtişamlı yapıları bir bir aştığımızda ismini çatı kaplamasından alan Kurşunlu Külliyesi çıkıyor karşımıza. Odunpazarı’nda kente hakim bir yamaçta bulunan külliye, 15. yüzyılda kazandırılmış yöre halkına. Orta kapısından girildiğinde ortada şadırvan, sağda menzilhane ve kervansaray, solda aşhane ve karşıda bir cami yer alıyor. Külliyenin çehresi, 5 asır boyunca şahit olduğu sevinç ve hüzünleri yansıtıyor.

Külliyeyi arkamızda bıraktığımızda bir ağacın dalları gibi dört bir yana savrulan irili ufaklı sokaklardan geçiyoruz. İnsanı tarihin içine çeken sokaklarda gezerken tabelalar dikkatimizi çekiyor. Şeyh Nusrettin, Yeşil Efendi, Şeyh Edebali sokakları diliyor ardı ardına. Bazı sokaklar ise bir Osmanlı evine sırtını yaslamış çeşmenin ismini yüklenmiş. Sırrını fısıldayan sokaklarda tarihi soluklarken bembeyaz bir inci gibi Osmanlı Evi selamlıyor bizi. Kurşunlu Külliyesi’nin ardına sığınan bu 19. yüzyıl eseri, ahşap sivil mimarinin seçkin örneklerinden. Konağı gezerken bizi en çok kalem işi tavan ve kapı süslemeleri etkiliyor. Or. Konağın diğer bir özelliği ise iç avlusu. Burada soluklananlara çiğbörek, kuru yaprak dolması, fırınlanmış mercimekli mantı ve güveç gibi yöreye özgü lezzetleri tatmak düşüyor.

“Bölgenin gözbebeği” olarak tabir edilen konaktan da ayrılıyoruz. Şeyh Edebali Sokağı’nı takip ediyoruz. Parke taş kaplı, tek aracın geçmesine zar zor izin veren sokak, Kemal Zeytinoğlu Caddesi’ne ulaştırıyor bizi. Caddeye vardığımızda ne kadar yükseğe çıktığımızı anlıyoruz. Caddenin ortasına geldiğimizde Şeyh Şahabettin Türbesi’ne uğruyoruz. Türbe, sahibine yakışır bir biçimde yeniden restore ediliyor. Oradan Atlıhan’a geçiyoruz. Kaybolmaya yüz tutmuş usta-çırak geleneğiyle şekil bulan geleneksel el sanatları, burada tutunuyor tarihte. Handa yer alan gümüş, cam ve lületaşı işleyen atölyeler. Geleneksel yemeklerin sunulduğu restoranlar bölgenin kabuğunu kırıyor adeta. İlk önce 150 metre derinlikten çıkarılan lületaşına şekil veren hünerli ellerin hiç durmadan işlemeye devam ettiği Beyaz İnci atölyesine uğruyoruz. Ustaların ellerinden çıkan pipolara, satranç taşlarına, tespihlere bakınca hayranlığımızı gizleyemiyoruz. Her biri ayrı bir hikayeyi barındırıyor içinde. Hiçbirinin aynısını bulmak mümkün değil. Atölyenin üst katında ise belki bir gelini süsleyecek gerdanlığın bir parçası olan gümüş bir küpeyi işliyor usta eller. Yan dükkanlardan birine girdiğimizde ise hat tabloları arasında buluyoruz kendimizi. Handan çıkıp devam ettiğimiz yolda gördüğümüz Aynalı Kahve’de çayımızı yudumlarken sonlandırıyoruz yolculuğumuz

Yükselen beton örme yapılara boyun eğmeden direnebilmiş Odunpazarı Evleri, bambaşka bir medeniyetin kapılarını aralıyor ziyaretçilerine. Kıvrımlı yolları, parke taşlı dar sokakları, ahşap süslemeli, sırt sırta vermiş evleri, külliyesi, çeşme ve türbeleriyle geçmişin mirasını seriyor gözler önüne. Yapılan restorasyonla tarihin, kültürün ve Osmanlı mirasının üzerine kapanan kalın ve tozlu örtülerden sıyrılıyor. Odunpazarı, tarihe tanıklık eden mirası yeniden gün ışığına çıkarıyor. Türkiye’ye yeni bir çekim merkezi olacak biçimde adeta küllerinden yeniden doğuyor.

Muhammed ÇİMEN
Bugün 1 ziyaretçi (3 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol