Nasreddin Hoca
Hayatı:
Türk – İslam Kültürü’nün büyük bilgesi ve gülmece ustası Nasreddin Hoca, 1208 yılında Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine bağlı, adı sonradan “Nasreddin Hoca Beldesi” olarak değiştirilen “Hortu” köyünde doğdu.
Babası Abdullah Efendi, annesi ise Sıdıka Hanım’dır. Nasreddin Hoca, ilk bilgilerini din görevlisi olan babasından öğrendi. Daha sonra Sivrihisar ve Konya medreselerinde öğrenim gördü. Kendi köyünde ve Sivrihisar’da imamlık ve vaizlik yaptı. Bilgisini artırmak amacıyla daha sonra Akşehir’e gitti. Burada Seyyid Mahmut Hayrani, Seyyid Hacı İbrahim Veli gibi devrinin tanınmış bilgin ve arif kişilerinden dersler aldı. Öğrenimini bitirdikten sonra Akşehir’e yerleşti. Asıl görevi hocalık olmasına rağmen, katiplik, müderrislik, kadılık, mahkemelerde bilirkişilik de yaptı. Kimi zaman geçimini çiftçilikle, bahçıvanlıkla, pazarcılıkla kazandı. Durumun böyle olmasında Hoca’nın bir halk adamı olarak yaşamak istemesinin yanı sıra devrin ekonomik şartlarının da etkisi vardır.
Hocanın ilk evliliği Akşehir’de olmuştur. Hoca, bu hanımının ölümünden sonra ikinci defa evlenmiş ve bu evlilikten Fatma isimli bir kızı olmuştur. Hoca’nın diğer bir kızı ise Dürr-i Melek Hatun’dur. Fıkralarından bir de Ömer isimli oğlu olduğu anlaşılmaktadır.
Nasreddin Hoca, 1284’de, 76 yaşında iken Akşehir’de vefat etti ve Akşehir’in en eski Selçuklu mezarlığına gömüldü. Mezarı, daha sonra türbe haline getirildi.
Nasreddin Hoca’nın Kişilik Yapısı:
Hocamız, güzel bir çocukluk dönemi geçirmiş, iyi bir aile terbiyesi almış, çok iyi bir öğrenim görmüş ve kişiliği de buna göre şekillenmiştir.
Hoca’nın belirgin kişilik özelliği bir mizah adamı oluşudur. Fakat onu bu yönünden dolayı komik bir adam olarak görmek eksik hatta yanlış bir tutum olur. Çünkü güldürebilmek önce düşündürmeyi gerektirir. Hoca’nın asıl yapmak istediği de budur. Yani güldürerek düşündürmek… O, toplumuna karşı görevini, önderliğini böyle bir tutumla nüktedan, hazır cevap ve keskin zekayı gerektiren sözleriyle (fıkralarıyla) yerine getirmiştir. Hoca, aynı zamanda bilgili bir kişidir ama bilgiçlik taslamaz. Meseleler karşısında sırf kitabi bilgilerin kurallarıyla hareket etmez. Aklını da kullanarak çözümler bulur. Ayrıca bilgeliğine, gönül adamlığını da eklemiştir.
Hoca, bir cemiyet insanıdır. Medresede ders alıp vermekle yetinmemiş, her zaman hayatın ve olayların içinde olmuştur. Olayların kahramanı olmadığı zamanlarda bile toplumsal yapıyı çok iyi tanıyan, gözlemleyen bir tutum içerisindedir. Dolayısıyla hem öğretmen hem eğitmendir.
Hoca, bu özellikleriyle çevresinde herkesin sevdiği, akıl aldığı bir insandır. İnsanlara yol gösteren bir önderdir. Toplumsal çarpıklıkları eleştirerek doğru olanın adresini gösterir. Fakat bunu yaparken çok hoşgörülü davranır. Asla yıkıcı olmaz. Suç işleyenlere merhametli ve affedicidir.
Kazı Çalışmaları
Hoca’nın gerçek bir kişilik olduğuna ilişkin kanıtlar sadece yazılı belgelerle sınırlı değildir. Eskişehir2in Sivrihisar ilçesinde, Eskişehir Arkeoloji Müzesi başkanlığında, Anadolu Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Erol Altınsapan danışmanlığındaki kazı çalışmalarında; Nasreddin Hoca’nın kızı Fatma Hatun’un mezarı bulunmuştur.
Nasreddin Hoca, sıkıntı döneminin insanıdır. Bu dönemin şartları içerisinde üzülen, kederlenen, umutsuzlaşan insanlara bu olumsuzlukları neşe ile mizahla aşmalarını sağlayan biridir. Bütün olumsuzluklarına, sıkıntılarına rağmen yine de dünyayı yaşanmaya değer; hayatı ise kıymetinin bilinmesi, tadının çıkarılması gereken bir zaman süreci olarak görmüş, her zorluğun kolay bir yanı olabileceğini göstermiştir. Hoca, devlete, yasalara, toplum kurallarına bağlı ve saygılıdır ama bu tutumu onu devlet adamlarının, bürokratların eleştirisinden vazgeçirmez. Onlarda gördüğü yanlışlıkları hicveder. Fakat bunu çok zarif bir şekilde yaptığı için hem kendisine bir zarar gelmez hem de sözü muhatabı nezdinde ciddiye alınır. O, her kesimdeki insanın, köylünün, kentlinin, zenginin, yoksulum düşüncelerini, çelişkilerini, eleştirilerini dile getirmiştir. Fakat bunları öylesine zekice yapmıştır ki kimse onun bu eleştirilerinden gocunmamıştır. Yine Hoca, başkalarını eleştirirken aynı eleştiriyi kendisine de yapmaktan çekinmemiştir. Bu bir tür öz eleştiridir ki bunun yapılması olgunluk ister. Hoca, böylesine olgun bir karakterdedir. Hoca, hayalci değil gerçekçidir. Onda insanlığın ortak fotoğrafını buluruz. Onda hiçbir zaman abartıya, hayali olana yer yoktur. Hoca’nın halkı güldürmesi asla bir dalkavukluk biçimini almaz.
Fıkralarının Özellikleri
Hoca’nın fıkralarında asıl konu insandır. Onun gülünç tarafları, yanlışları, zaafları, hataları, sakarlıkları ve çaresizliği ele alınır. İnsan ilişkilerindeki kimi sorunlar üzerinde durulur. Bütün bunlar yapılırken, insana, topluma, çevreye ve diğer varlıklara karşı saygı ve sevgi esastır. Asla alaycı, küçük düşürücü bir tutum izlenmez. Eleştiri varsa bu kişilerin yanlış davranışlarınadır ki buradaki temel amaç da yol göstermek, yanlışı kişinin kendisinin bulmasını ustalıkla sağlamaktır. Fıkraların büyük çoğunluğu sadece Türk insanının değil bütün dünya insanların ortak özellikleriyle ilgilidir. Zaten Hoca’nın bütün bir dünyada benimsenmesinin önemli bir sebebi de budur.
Toplum, sorunlarının ustaca çözümünü bu fıkralarda bulur Neredeyse ele alınmayan bir tip, üzerinde durulmayan sosyal bir mesele yok gibidir. Cahillik, bencillik, hırsızlık, menfaatçilik, dünyaya aşırı bağlılık gibi sorunların yanı sıra, yöneticilerin baskıcı ve adaletsiz yöntemleri, görevlilerin rüşvet, yolsuzluk gibi tutumları, bilginlerin halktan kopukluğu, bazı din adamlarının bağnazlığı ve gerçek din adamlarının niteliği, Allah’la olan ilişkiler, iman ve ibadet esasları, ahlaki kurallar… fıkraların asıl konularıdır. Bunlarda ahlaki kurallara sıkı sıkıya bağlılık görülür. Bayağılık, müstehcenlik, ayıp ve küfür laf söz konusu değildir. Çünkü o, bir ahlak adamıdır.
Bütün Dünyanın Hocası
Nasreddin Hoca’mız sadece yaşadığı toprakların değil bütün bir dünyanın hocasıdır. Onun fıkraları, daha Osmanlılar döneminde bile Anadolu’dan Ortadoğu’ya, İran’a, Kafkasya’ya, Orta Asya’ya, Balkanlar’a, Kuzey Afrika’ya ve bütün Avrupa’ya yayılmıştır. Şimdi ise Türkistan’dan Avrupa’ya, Kırım’dan Afrika’ya kadar bütün Türk – İslam aleminde ve dünyanın diğer ülkelerinde bilinmektedir. Hatta bu bilinme, zamanla sahiplenmeye de dönüşmüştür. Nasreddin Hoca, bu coğrafyalarda, “Ependi”, “Nasraddin Huca”, “Nasreddin Afandi” gibi isimlerle anılmaktadır.
Nasreddin Hoca’nın Fıkraları
Nasreddin Hoca’yı günümüze kadar getiren, sadece kendi kültürümüzde değil bütün dünyada yaşatan elbetteki fıkralarıdır. Bunların sayısını bilmemiz imkansızdır. Çünkü ortada Nasreddin Hoca’nın bizzat hazırladığı bir kitap yoktur. Bu fıkralar sözlü edebiyat ürünüyken yazıya geçirilmiştir. Dolayısıyla sayısı, zamana, zemine göre sürekli değişmiştir.
Bu fıkralar, sözlü kaynaklardan 15. yüzyıldan itibaren yazıya geçirilmiştir. Hoca’nın fıkraları ilk kez1837 yılında İstanbul’da “Letaif” adıyla basılmıştır. Bunu diğerleri izlemiştir. İlk resimli Nasreddin Hoca kitabı ise 1869 yılında yayımlanmıştır. Nasreddin Hoca’nın fıkralarını derleme çalışmaları günümüze kadar devam etmiş ve fıkraların sayısı giderek artmıştır. Mesela 1968 tarihli bir derlemede 445 fırka yer almaktadır. Hoca’nın fıkraları belli başlı bütün dünya dillerine çevrilmiştir. Fakat çevrilmeden önce de Hoca dünyanın pek çok yerinde bilinmekteydi. Zira, bu Anadolu dehasının fıkraları Türkler hangi coğrafyaya gitmişse tıpkı Yunus’un şiirleri, Battal Gazi’nin gazaları gibi oralara gitmiş ve oralarda Türk, Müslüman olsun olmasın herkes tarafından bilinir hale gelmiştir. Fakat 1996’da UNESCO’nun bu yılı Nasreddin Hoca yılı ilan etmesiyle dünyada daha çok yaygınlık kazanmıştır. Hakkındaki inceleme ve araştırmalar artmış, pek çok filme, tiyatroya, müzikale, resme ve karikatüre konu olmuştur.
Yaşadığı yüzyıldan bu yana bütün dünyayı bilgi, hikmet ve nükte dolu fıkralarıyla güldürmeye ve düşündürmeye devam eden Hoca, Türk kültürünün evrensel bir değeri olarak gittikçe artan bir ilginin konusudur.
Fıkralarıyla İlgili Görüşler
“Bir alp eren olan Hoca’nın asıl fıkralarında tabiat ve toplum unsurları çok bulunur. Büyük kısmı her çağa ve her millete ibret olacak evrensel gerçekler üstüne kurulmuştur. Cemiyetimizin her meselesine cevap verilmektedir. Çünkü din, ekonomi, eğitim, hukuk hatta ilim konuları ile sosyal ilişkiler hep Hoca’nın karşısına çıkarılmakta, cevabı ondan alınmakta, çözümü ondan istenmektedir.” (Ahmet Kabaklı)
“Nasreddin Hoca fıkralarında daima ferdi mizaca dayanan bir şahsiyetçilik göze çarpar. Gözümüzün önünde yaşayan, belirli bir insan canlanır. Fıkraların bütünü içinde bir dünya görüşü sezilir. Hoca, aykırı konuşmasını seven, akl-ı selimi kuvvetli, neşeli, babacan bir tiptir; mizahı hiciv kadar yıkıcı değil, yapıcıdır. Hoca, iyi niyetlerin timsalidir.” (Ahmet Kutsi Tecer)
“Hoca toplumun aynasıdır. Latifeleri ise bu aynada yansıyan insan görünümleridir. Bütün farklılık, hatta çelişkilerimle biz varız bu görüntülerde: inançlarımız ve kayıtsızlığımız, boyun eğişimiz ve başkaldırımız, umutlarımız ve karamsarlığımız, yiğitlik ve korkaklığımız, sevgi ve nefretimiz, zeka ve aptallığımız, düşünen ve gülen yüzümüz, hoşgörü ve acımasızlığımız… Kısaca, en mahrem olanlarına varıncaya kadar tüm insani durumlarımızla biz” (N. Ahmet Özalp)
“Rahmetli, ne başkaları gibi vakıaların tuhaflığını diline doluyor, ne de ipsiz sapsız sözlerle kaba nükteler yapılıyor; mizahı yapan onun sözleri, kelimeleri değil; ruhu ve görüşüdür. Bu ruhla baktığı şeyin kan alacak damarını buluyor; bu görüşle en ciddi görünen hadiselerin bile “gülünç” taraflarını görüyor, onlara gülüyor ve güldürüyor.” (Eflatun Cem Güney)
“Fıkralarında arif nüktedan Türk halk adamının iyimser dünyasını, çeşitli hayat olayları karşısındaki davranışını özlü, kısa yorum ve cevaplarla yansıtan Nasreddin Hoca, kalender, rind bir halk filozofudur. Gündelik kaygılara, sıkıntılı durumlarla tatlı bir çözüm yolu bularak, hayatı sert yergilerden uzak bir hoşgörü açısından değerlendirir.” (Behçet Necatigil)
Nasreddin Hoca’nın Torunu İstanbul’un İlk Kadısı Hızır Bey
15. yüzyıl bilim adamlarımızdan olan Hızır Bey, Sivrihisar kadısı Molla Celaleddin’in oğludur. Molla Celaleddin’in, Nasreddin Hoca’nın kerime zadesi (kızının çocuğu) olduğu rivayet edilmektedir. Hızır Bey, Sivrihisar’da babasından ve diğer hocalardan okumuş, Arapça, Farsça’yı ve devrinin bilgilerini mükemmel bir biçimde öğrenmiştir. İlk görevi Sivrihisar kadılığıdır. Sonra Bursa’da müderrislik yapmış ve bu sırada Molla Mehmet Yegah’ın kızı ile evlenmiştir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından şehrin ilk kadılığı kendisine verilmiştir. Oturduğu semt olan ve “Kadı’nın köyü” olarak bilinen Kadıköy ilçesi Hızır Bey’den almıştır. Hızır Bey, bu görevdeyken 1458 yılında ölmüş ve Vefa civarında gömülmüştür. Kısa boylu olduğu içinde kendisine “ilim dağarcığı” denilen Hızır Bey Arapça’dan Farsça’ya “Matali” adlı bir eseri Fatih’in arzusuyla tercüme etmiştir. Hızır Bey, Hayati, Hocazade Ali Arabi gibi birçok talebe yetiştirmiştir. Sinan, Yakup ve Ahmet isimli üç oğlu vezir olmuştur. İstanbul’da (Hacıkadın) ismiyle anılan camii inşa ettirmiştir. Oğlu Sinan Paşa’nın da “Tazarru’name” adlı eseri vardır. Hızır Bey neşeli ve nüktedan bir kişiydi. Bir gün Hızır Bey’in meclisinde kadılıktan ve bu mesleğin zorluklarından bahsedilirken hazır bulunanlardan biri “Hasmın biri büyüklerden olursa o zaman kadılık müşkül olur.” demiş. Hızır bey gülerek “ Ben bunda müşkül bir cihet görmüyorum, yerimden olurum diye korkuyorsan o büyük tarafın lehinde hükmedersin, fakat iki taraf da büyüklerden olursa hüküm asıl o vakit güçleşir.” cevabını vermiş. (Zeki Pakalın, Tarihe Mal Olmuş Fıkralar). |